Mersin Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkanı, “24 Temmuz Basın Günü” dolayısıyla bir basın bildirisi yayımladı.
Özellikle şu bölümler dikkat çekici idi:
“Hukukun evrensel standartlarına bağlı kalınmasının ve basın özgürlüğünün istismar edilmemesinin yanı sıra; doğru haber verme, tarafsızlık, özel hayata ve kişi haklarına saygı gibi ilkelerin gözetilmesi de önem taşımaktadır. Türk basını her zaman bu ilkeleri üstün tutmalıdır.
Medya yöneticilerimiz ve çalışanlarımız da basın yayın meslek ilkeleri ve etik değerler doğrultusunda yayın yapmak, kişilik haklarına, özel yaşama saygı göstermek suretiyle, demokrasimizin gelişmesine katkıda bulunmalıdır.”
Demokrasi ahlâkına, kişi haklarına ve özgürlüğüne saygı bağlamında asgari bir çerçevedir bu. Basın özgürlüğü (söz ve yazı özgürlüğü) görünüşü altında yalan, saldırgan ve hakaret sınırını aşan beyanlarda bulunmak, hele bu çerçevede şantaja yönelik imâlarda bulunmak, etik ve yasa karşısında ciddi sorumluluk yükler ve ayrıca ilgili kurumsal yapının buna müdahil olması gerekir.
Gelelim doğrudan bu mesele çizgisinde Mersin’de yerel basının durumuna…
Durumın hiç de iç açıcı olmadığı, bizzat içerde ağır bir sıkıntı olarak konuşuluyor.Kamusal düzeyde de, yerel basının hak ettiği ilgi ve saygı düzeyine ulaşmadığı ise bayi satışları, abone sayıları ve reklam cazibesi üzerinden açıkça okunabilir.
‘80’li yılların altın kuşağı devam etmedi; kalemiyle olduğu kadar kişiliğiyle de kentte saygı ve ilgi uyandıran, meslek eğitimini gereğince almış o kuşağın yaşayan örnekleri ne dediğimi çok iyi anlayacaktır.
Peki şimdi durum nedir?
Dürüstçe, özeleştirel bir ahlâk çerçevesinde ve hemen her kişisel sohbette konuşulan şeyleri masaya koymaya çalışalım: Mersin basını daha önce de birkaç kez yazdığım gibi iftira, tehdit, şantaj haberleri ile saygınlığı zedelenmiştir; kentte takip edilmeyen ve güvenilmeyen bir basın oluşmasına sebep olunmuştur.
Bu sıkıntılar bilinse de topluca karşı bir önlem alınmaz ve bu durum sürüp gider…
Yerel basının özel şartlarda sayısız sorunları vardır. Ekonomik olarak çok sınırlı imkânlarla çıkmaktadırlar; donanımlı, eğitimli, Türkçeyi düzgün yazan ve konuşan eleman için bütçe ve satış düzeyi yetersizdir…
Bunlara ek olarak çok şey sayılabilir.
Bütün bu sıkıntılarla, yerel basının uzun yıllardır yerlerde sürünen satış/abone sayıları ve kamusal alandaki etki ve saygınlık kaybı karşılıklı olarak birbirini besliyor.
Yığınla ucuz eleman ortalıkta gazeteci kimliğiyle dolaşmakta, belediyeleri geçim kapısı saymaktadır. Ötesinde, yığınla hastalıklı kişilik, psişik sorunlarla malûl küçük tipler sağa sola pislik atmayı basın özgürlüğü saymaktadır.
Peki; yazının girişine aldığım o çok kıymetli basın ahlâk kuralları uyarısı ne işe yarıyor? Daha doğrusu, niçin işe yaramıyor? Niye mesele gerektiğinde yasal yollarla çözümlenmek zorunda kalınıyor?
Burada çok önemli bir bariyer: Gazete, radyo, televizyon sahipleri bünyelerinde çalışan kişilerin basın ahlâkı ve kişi haklarına saygı konusunda pervasızlıklarını önlemeleri gerekir.
Bu hastalıklı kişiler, çalıştıkları ya da bağlı oldukları yayın organları vasıtasıyla istedikleri haberleri yaparlar; ötesinde, kentteki gündelik hayatlarındaki ilişkilerinde, basın kimliklerini ve kurumlarındaki görevlerini kullanarak olumsuz ve zararlı, basın ahlâkına uymayan faaliyetlerini sürdürürler.
Demek ki, bu kişilerin yaptığı basın ahlâkına uymayan faaliyetlerinden bağlı oldukları basın kurumu da sorumlu olmalıdır.
Öyle ya; eline kalem verip cebine kimlik kartı koyduğunuz kişiyi gazeteci olarak toplumun içine salmak bir sorumluluktur; (bugünlerde bir de mantar gibi sayısız, vasıfsız Belediye yardımını bekleyen internet haber siteleri çıkmıştır) bu kişiler en olmadık yalanlarla sağa sola küfredecek, hakaret edecek, kendi ruhsal travmalarını buralarda tatmin edecek ve daha vahimi kentteki yerel basının saygınlığını ve güvenini mahvetmeye devam edecek! Ve ilgili basının yetkilisi, sahibi seyredecek!
Yıllardır geçimleri genelde Belediyelerden ve siyasi parti ve siyasi şahıslardan olan bu ruh hastası kişiler maalesef tüm basının saygınlığına zarar vermişlerdir ve bu durum artan bir şekilde sürmektedir.
Türkçeyi doğru kullanamayan, yazı yazamayan, haber yapamayan, okumayan, kendini geliştirmeden küçük dünyalarında eşinerek yıllarını geçiren bu kişiler ancak tehdit, şantaj, yalan haber yaparak ve kişilik haklarına saldırarak yaşamlarını sürdürmekteler.
Sonuç olarak bu az sayıda kişi tüm basın camiasının saygınlığına zarar vermektedir.Konuyu büyük bir sıkıntıyla bilen ve izleyen değerli basın çevresi de artık kapalı kapılar ardında değil, açıktan tavır koymalı ve bu rezil azınlığı içinden temizlemelidir.
Elbette toplumun bu kişilere önem vermemesi gerektiği açıktır; zaten tam bir saygı kaybı söz konusudur…ama bunun dışında ivedilikle basın kuruluşu sahiplerine sorumluluk düşüyor
Yalan, iftira ve hakaretler için yasal yollar zaten kullanılıyor ve ilgili kişiler gerekli cezayı alıyor; ama kurumsal yapılarda ve gazetelerde asıl söz sahibi olanlar, bu kötücül kalemlere karşı yasalardan daha hızlı davranmakla yükümlüdür.
Bu kente donanımlı, meslekî bilgiyle yetişmiş, okuyan, dil bilen, girdiği ortamda gerekli saygıyı gören gazeteci büyük ihtiyaçtır. Geçmişte bu nitelikte gazetecilerin kente nasıl yön ve katkı verdiğini yaşayanlar bilir, hatırlar…
Peki ya şimdi?
Mesleğe saygılı, basın görevini çok ağır koşullarda sürdürmeye çalışan, iyi niyetle yazan ve haber kovalayan çoğunluk yanında, gazete sahibi arkadaşlar bu kangren olmuş meseleyi kökünden halletmek, sayıları üç beş sınırında olan bu kötücül tipleri basından temizlemek zorundadır.
NOT: İlgili kurumsal yapılar ve yükümlü basın mensupları bakalım ne tavır koyacaktır?
Alışıldık gelişme şöyle oluyor: Ben bu eleştiriyi yapınca, hemen bu kötücül kalemler küfür ve hakarete başlıyor; diğer çoğunluk ise sessizce seyrediyor. Ben de gerek gördüğümde yasal yolla meseleye müdahil oluyorum.
Bu kentte gazetecilik de, kentteki kamusal yapı da zarar görüyor ve devran sürüyor.Ortalıktaki bir avuç hastalıklı kişi de gazeteci kimliğiyle ortamı kirletmeye ve tüm diğer gazetecilere zarar vermeye devam ediyor.
Ben bunca toplumsal sorun ortasında bu konuya son kez değinmek istedim. Bundan sonra kendi adıma, gerektiğinde yasal hakkımı kullanmak dışında, söz konusu kötücül tipler YOK HÜKMÜNDEDİR!
Her toplum, her toplumsal kesim de hak ettiği şeyi yaşar!
HARUN ARSLAN...