Necdet TAŞ
Atatürk Parkı’nın, Mersin Uluslararası Liman İşletmeciliği AŞ’nin (MIP), genişleme projesi tepkiler sürüyor. Bu kapsamda Mersin Çevre Platformu ve Türkiye Komünist Partisi, Atatürk Parkı’nı içerisine alan “Liman Genişletme Projesine” karşı “Atatürk Parkında Liman İstemiyoruz” konulu basın açıklaması gerçekleştirdi. Özgür Çocuk Parkı'nda gerçekleştirilen basın açıklamasını okuyan Selçuk Ersöz, “Doğayı kurtarmak için önce sermaye egemenliğinden kurtulacağız. Patronlar istedi diye parkımız elimizden alınıyor. Patronlar servetlerine servet katsınlar diye Mersin Halkı’nın ve yeşilin denizle buluştuğu, kentin hafıza mekanlarından olan, halka ait olan, bizim olan parkımız bir sermaye grubunun hizmetine sunuluyor. Atatürk Parkı yok ediliyor, denizimiz yok ediliyor. Daha önce burada, limanın genişletilmesi adı altında parkımızın gasp edilmesinin doğamıza vereceği zararlar birçok açıklamada anlatıldı” ifadelerini kullandı.
“EKOSİSTEM GERİ DÖNÜŞSÜZ YOK EDİLECEK”
Denizde yapılan dip çalışmalarının ekosistemi geri dönüşsüz yok edeceği, limanın dolgusunda kullanılacak malzemenin tarım ve hayvancılıkla uğraşılan, su kaynaklarının olduğu yerlerden temin edilecek oluşu, zaten oldukça kirli hava soluyan Akdeniz ilçesinin yaşanamayacak hale gelmesi oldukça önemli ve endişe verici olduğunun altını çizen Ersöz, “Ancak çok başka bir önemli mesele de emekçi halkın kısa sürede denize ulaşabildiği, denizle buluşabildiği yerin patronlar tarafından adeta gasp edilmesidir. Parklar, kıyılar, denizler, sokaklar, meydanlar halkındır, asalak patronların değildir. Sahip olduğumuz bütün üretim ve refah araçlarını elinde bulunduran patronlar şuna ikna olmamızı istiyor: Yeni yatırım alanları istihdamı artırıyorsa yoksul mahalleler hava kirliliği ile boğuşabilir, tarım ve hayvancılık yapılan köyler kurulacak taş ocakları ile yok edilebilir, insanların temiz hava hakkı, yeşil alan hakkı, deniz görme hakkı ortadan kaldırılabilir. Çünkü patronların egemen olduğu bu düzende emekçilere hiçbir güzellik ve insanca yaşamak reva görülmez. Çünkü bugün, Türkiye’de adında çevre ve tarım sözcüğü geçen bakanlıklar, sermaye sınıfının arzuladığı her türlü yıkımın onay makamı haline gelmiştir. Çünkü bugün Türkiye’de fiilen Anayasal bir hak olan sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşam hakkını koruyan herhangi bir kamu kurumu bulunmamaktadır. Bu hakkı, haklarımızı korumanın yolu örgütlü bir mücadeleden geçmektedir” şeklinde konuştu.
“DOĞA TAHRİP EDİLİYOR”
“Kamusal haklarımız için, toplumun geleceği için, ülkemizin doğal ve kültürel varlıkları için hiçbir politika geliştirilmediği gibi, kamu kurumları ülkeyi adeta sermayenin başlattığı yağma ve talan kampanyasına zemin hazırlama görevi üstlenmiş durumdalar. Kentsel dönüşüm projeleri, millet bahçeleri, atık ithalatı, HES’ler, JES’ler, RES’ler, termik ve nükleer santraller, bilumum enerji tesisleri, kanallar ve kuleler, madenler, limanlar sadece bir avuç patronun sermayelerini korumaları için gasp ediliyor” şeklinde konuşan Ersöz, “Bugün Türkiye’de temiz bir hava solumamız için çalışan bir kamu idaresi yok. Bugün Türkiye’de doğal ve kültürel varlıklarının tahribini önleyebilecek, en azından kontrol altında tutabilecek bir kamu idaresi de yok. Nerede bir sermayedar yatırım adı altında bir sömürü çarkı inşa edecek olsa, orada kamu idaresi her türlü kolaylığı sağlamak için seferber oluyor. Çevre mevzuatının temeli sermayeye “engel çıkarmamak” politikası üzerine kurulmuş durumda. Bütün bunlara eklenen ve can çekişen bir hukuk sistemine değinmeden de geçemeyiz. Hukuk, çevre vakaları söz konusu olduğunda bir çare olmaktan çoktan çıkmış durumda. Yerel bir mahkeme halk yararına bir karar verse dahi üst mahkeme kararı sermaye lehine bozuyor ve itiraz yollarını kapatarak nihai kararı veriyor. Elimizde doğal ve yapılı çevredeki tahribatlarla yüz yüze kalan emekçilerin, köylülerin, mahalle ya da kent sakinlerinin bu yıkıcı politika ve uygulamalara karşı mücadele etmesinden başka imkan yok” ifadelerini kullandı.
“ATATÜRK PARKI’NA DA SAHİP ÇIKALIM”
“Bu mücadelelerin karşısına çıkarılan ve bundan sonra da çıkarılacak ölçüsüz şiddetin ve hukuksuzluğun nedeni, sermaye sınıfının çevre mücadelesinin esaslı bir sınıf mücadelesi olduğunu bilmesidir ve bundan çok korkmasıdır” diye konuşan Ersöz, açıklamasını şöyle sürdürdü: “Bu nedenle, buradan bir kez daha Akbelen’i, İkizdere’yi, Kaz dağlarını, Kirazlıyayla’yı, Gerze’yi, Aliağa’yı, hemen yanı başımızdaki Akkuyu’yu, Tarsus’un Yanıkkışla ve civar köylerinde mücadele edip çimento fabrikasını kovanları, Hacgediği ve Çukurkeşlik mahallerinde taş ocağı açtırmayanlar, doğayı ve yaşamı savunmak için kararlı ve cesur mücadeleler veren köylüleri, emekçileri selamlıyoruz. Nihai zafer elbette doğayı gözünü kırpmadan talan eden sermaye egemenliğinin yıkılmasıyla kazanılacaktır. Doğamızın, kentlerimizin refah vaadiyle kurban edilmediği, emekçilerin sağlıklı bir çevrede yaşamasının güvence altına alındığı bir düzen acil, gerekli ve mümkündür. Evet, patronların paraları ve piyasaları var, çok güçlü görünüyorlar ancak kurdukları bu yağma düzeninin çağ dışı olduğunu da çok iyi biliyorlar o yüzden çeşitli yalanlarla aklımızı bulandırmaya çalışıyorlar. “İstihdam yaratacak, kentin refahını yükseltecek” aldatmacasına kanmıyoruz, parkımızı vermiyoruz. Gelin hep birlikte Atatürk Parkı’na da sahip çıkalım. Doğamızı, kentimizi, denizimizi, ağaçlarımızı asalak patronlardan korumak için kararlı, örgütlü ve cesur bir mücadele başlatalım.”