Bugün 17 Nisan... Takvimler bu tarihi gösterdiğinde, sağlık camiasının yüreğinde buruk bir his uyanır. Zira bugün, “Sağlıkta Şiddete Karşı Mücadele Günü”. Ne yazık ki, bir farkındalık günü olmasının ötesinde, her geçen yıl artan bir sorunla yüzleştiğimizin acı bir hatırlatıcısıdır bu tarih. Beyaz önlükleri umudun ve şifanın sembolü olan sağlık çalışanları, her gün canla başla insan hayatını kurtarmaya çalışırken, şiddetin karanlık gölgesi altında görev yapmaya zorlanmaktadır. Bu durum sadece sağlık çalışanlarının güvenliğini tehdit etmekle kalmıyor, aynı zamanda en temel insan haklarından biri olan sağlık hakkının da derinden yaralanmasına neden oluyor.
Sağlıkta şiddet, sadece fiziksel saldırılarla sınırlı değildir. Sözlü taciz, tehdit, aşağılama, psikolojik baskı ve hatta mülke zarar verme gibi pek çok farklı biçimde kendini gösterebilir. Bu şiddetin failleri ise, çoğu zaman çaresizlik, öfke, kaygı veya yanlış beklentiler içinde olan hasta yakınları ya da bizzat hastalar olabilmektedir. Elbette ki, sağlık sistemindeki aksaklıklar, uzun bekleme süreleri, iletişim sorunları gibi faktörler de bu gerginliğin ve öfkenin tırmanmasına zemin hazırlayabilir. Ancak hiçbir gerekçe, insan hayatını kurtarmaya adanmış kişilere yönelik şiddeti meşrulaştıramaz.
Sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin bireysel ve toplumsal düzeyde pek çok yıkıcı sonucu bulunmaktadır. Öncelikle, şiddete maruz kalan sağlık çalışanları ciddi travmalar yaşamakta, mesleki motivasyonları düşmekte, tükenmişlik sendromu gibi sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu durum, onların verdikleri hizmetin kalitesini olumsuz etkileyebilir, hatta bazı durumlarda mesleklerini bırakma noktasına gelmelerine neden olabilir. Nitelikli sağlık personelinin kaybı ise, uzun vadede tüm toplumun sağlık hizmetlerine erişimini zorlaştıracaktır.
Sağlıkta şiddetin bir diğer vahim sonucu ise, sağlık hakkının ihlalidir. Şiddet ortamında görev yapmaya çalışan sağlık çalışanları, doğal olarak kendilerini koruma güdüsüyle hareket edebilir, bu da hastalarına yeterli özeni göstermelerini engelleyebilir. Korku ve endişe içinde çalışan bir hekimin, bir hemşirenin veya bir sağlık teknisyeninin en doğru kararları vermesi ve en iyi hizmeti sunması beklenemez. Dolayısıyla, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet, dolaylı olarak hastaların da sağlık hakkını gasp etmek anlamına gelir.
Peki, bu vahim tablo karşısında ne yapmalı? Çözüm ne mi? Öncelikle güçlü bir siyasi irade ve toplumsal farkındalık şart. Sağlıkta şiddeti yalnızca bir “meslek sorunu” olarak görmek büyük bir hata. Bu bir insan hakları sorunu, bir toplumsal vicdan meselesidir.
Peki, bu vahim tablo karşısında ne yapmalı? Sağlıkta şiddeti önlemek ve sağlık hakkını güvence altına almak için çok yönlü bir mücadele şarttır. Bu mücadelenin sacayaklarından biri, hiç şüphesiz ki yasal düzenlemelerdir. Mevcut yasaların caydırıcılığı artırılmalı, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet suçlarının cezaları ağırlaştırılmalıdır. Ancak sadece yasal önlemler yeterli değildir. Toplumsal farkındalığın artırılması, şiddetin her türlüsüne karşı sıfır tolerans anlayışının benimsenmesi de hayati önem taşımaktadır. Medyanın bu konuda yapıcı bir rol üstlenmesi, şiddeti özendirici yayınlardan kaçınması ve sağlık çalışanlarının fedakar çalışmalarını ön plana çıkarması gerekmektedir.
Sağlık kurumlarında güvenli bir çalışma ortamının sağlanması da bir diğer önemli adımdır. Güvenlik önlemlerinin artırılması, riskli bölgelerde güvenlik personelinin bulundurulması, acil durumlar için etkin protokollerin oluşturulması gerekmektedir. Ayrıca, sağlık çalışanlarına yönelik iletişim becerileri eğitimleri verilerek, hasta ve hasta yakınlarıyla daha sağlıklı bir diyalog kurulması teşvik edilmelidir.
Unutmamalıyız ki, sağlık çalışanları da her birey gibi saygıyı, güvenliği ve huzurlu bir çalışma ortamını hak etmektedirler. Onlara yönelik şiddet, sadece bir meslek grubuna yapılan bir saldırı değil, tüm topluma yapılan bir saldırıdır. Çünkü sağlıklı bir toplumun temeli, nitelikli ve motivasyonu yüksek sağlık çalışanlarına dayanır.
Son söz; beyaz önlüklere saygı… 17 Nisan, bir doktorun ölüm yıldönümü… Ama aynı zamanda tüm sağlık çalışanlarının sesini duyurmak istediği bir gün. Bu sesi duymak, hepimizin sorumluluğu. Bugün bir sağlık çalışanına “kolay gelsin” demekle başlayabiliriz. Ama asıl olan, her gün, her koşulda onları anlamak, korumak ve değer vermektir. Çünkü sağlık, sadece hastanelerde verilmez. Sağlık, bir toplumun adalet anlayışında, vicdanında, kültüründe başlar. Sağlık çalışanına uzanan el, bir hastaya da, bir çocuğa da, bir yaşlıya da zarar verebilir. O yüzden, önce şiddeti durdurmalı, sonra sağlıklı bir toplumdan söz etmeliyiz.