Pandemi sürecinin normalleşmesiyle birlikte sınırlar açıldı.. Dünyanın dört bir yanından insanlar, değişik ülkeleri ve kentleri gezmeye başladı.
İnanlar 1.5 yıllık hapis hayatı gibi geçen günlerden sonra normalleşmeyle birlikte kendilerini dışarı attılar. Dışarı derken evden dışarı, yada otelden dışarı demek yetmiyor. Yerli turistlerin yanı sıra değişik ülkelerden gelen yabancı turistlerde kendilerini ülke dışına atarak özgürlüğün tadını çıkarmaya başladı.
Haliyle Türkiye’mize, ülkemizin cennetten farkı olmayan köşesi Çukurovaya kendilerini atan turistler Tarsus’a da uğruyorlar. sayıları şimdilik az da olsa, değişik ülkelerden insanların gelmesi, St. Paul’ün doğup büyüdüğü bu toprakları görmesi güzel. İnsani olarak bu durum bizlere de moral veriyor.
Geçen gündü!
Tarsus’u gezmeye gelen karı koca Alman turistlerle karşılaştım, St. Paul’ün evi ve kuyusunun önünde… Hz. İsa’nın 12 Havarisinden biri olduğu iddia edilen (gerçek olup olmaması değil konumuz) ve hristiyanlığı yaydığı yönünde bilgiler verilen St. Paul’ün torunları gelmişti kentimize.. (Türkçe deyimle Senpol) .. Bu karı koca Alman turist aldığı bilgilerden sonra Tarihi Tarsus Evlerine doğru gezilerini sürdürdüler. Eski Efsus Konak (Sonra burası St. Paul Otel oldu ve belediye tarafından işletiliyor) çok hoşlarına gitmiş olmalı ki, bol bol fotoğraf çektiler. Ortadaki tarihi çeşmeden akan suyla ellerini yıkadılar.. Çeşmenin hemen karşısında küçük, minicik, ama çok güzel bir görsellikte olan Tarsus Turizm Bürosunu gördüler. Karı koca turist el ele tutuşup Turizm Bürosuna yöneldiler. Bende o sırada turizm Bürosunda görevli arkadaşım İnan Çelik’i ziyaret etmekteydim. Belediyemizin yeni bastırdığı kitap ve broşürlerden ilgimi çekenleri alırken turistler kapıdan selam verdiler..
Almanca “Hallo” diyerek içeri bakmaya başladılar. Turizm bürosundaki arkadaşımız İngilizce olarak nereden geldiklerini, adlarını sordu. Onlarda
Almanya vatandaşı olup bir süredir Türkiye’yi gezdiklerini ve Mersin ile Tarsus’a hayran kaldıklarını belirttiler. Tabi konuşmaların yarısı Almanca, yarısı İngilizce ve arada bir Türkçe kelimeler konuşuluyor.
TARZANCA KONUŞMAK!
Tabi Türkçe’den başka dil bilmeyen bendeniz, bir turistlerin ağzına, bir İnan beyin ağzına bakıyorum. Arada bir merakla İnan kardeşime dönüp “Ne diyorlar, kimlermiş, neden gelmişler” gibi acayip sorular soruyorum. Almanca soruların cevaplarını internetten ve cep telefonunun yardımıyla alabiliyoruz. Adamlar sadece İngilizce konuşsa anlaşılacak. Ama hem İngilizce, hem Almanca, hem de çat pat Türkçe konuşunca ortaya böyle bir karışık ortam çıkıyor. Tabi bende Türkçe dışında bildiğim 3-5 kelime İngilizce ile adeta Tarzanca konuşup güya sohbet ediyorum. Birde güya gazeteciyiz ya? Her şeyi bilmeliyiz ya? Birde meraklı Melahat vari huyumuz yok mu?
Sağ olsun, Turizm Bürosu görevlisi arkadaşım İnan Çelik sayesinde Almanlar hakkında bilgi sahibi oluyorum.
Erkek olanı, emekli reklamcı Alman vatandaşı 72 yaşındaki Hubert Kenkel imiş. Eşi Astrid Kenkel de emekliymiş. Bir süredir Mersin’de kalıyorlarmış. “Deniz, güneş, Türk yemekleri harika” diyorlar.. St. Paul, Kleopatra, Şelale, Hz. Danyal A.S. makamı, Kırkkaşık bedesteni gibi yerleri gezmişler.
Tarsus Belediyesine ait Turizm bürosunda görevli İnan Çelik ile görüşerek Tarsus'un tarihi ve turistik yerleri hakkında bilgi ve broşür, kitapçık aldılar. Orada daha önceden bastırılmış ve Almanca ile diğer tüm dillerde ayrı nüshası bulunan kitapçıktan aldılar. St. Paul’ün fotoğrafını görünce öyle mutlu oldular ki.. Yüzlerindeki gülümseme ve mutluluk görülmeye değerdi.
Sonra birlikte günün anısına Turizm Bürosu içinde ve Tarihi Evlerin önünde birkaç kare hatıra fotoğrafı çektirdik. Sağolsun, o bölgede Maça Cafe yada diğer adıyla Hurmalı Konak adında Cafe işletmesi bulunan Yener bey (Açıkalın) bizleri görüp yanımıza yaklaştığında ondan rica ettik. O da bizleri kırmadı Alman karı koca turist ile fotoğraflarımızı çekti. Astrid Kenkel elindeki Tablet’i verdi, birkaç karede tabletle fotoğraf çekildik. Yetmedi, Yener bey birde moda deyimle selfi yapmaz mı? Hep birlikte kahkahalarımız tabletin ekranına yansıdı. O kare hepimizin çok hoşuna gitti. Birbirimizin telefonlarını ve e mail adreslerini alarak ve geride kısa da olsa güzel anılar bırakarak Alman karı kocayı uğurladık. Ayrılırken birbirimizle vedalaşmayı ve teşekkürü bile üç ayrı dilde yaptık. İngilizce “good by”, Almanca “Çüzz”, (Çüz; Almanca'da hoşça kal, görüşmek üzere, güle güle anlamında kullanılan bir kelimedir.), Türkçe “Güle Güle!”..
Teşekkür anlamında ise İngilizce “Thank you very much”, Almanca “danke schön”, Türkçe “Teşekkür ederim”.
Onlar bizlere el sallarken “Good, good” diyerek ve sağa solla meraklı meraklı bakarak Tarihi Evler sokağından uzaklaştılar.