Haber Merkezi
Bir yanda hava kirliliği, diğer yanda doğal afetler ve artan sıcaklıklar. Fosil yakıtlardan kaynaklanan iklim değişikliği etkileri ve hava kirliliği, 21. yüzyılın birlikte ele alınması gereken en büyük çevre sorunları olarak görülüyor. Uzmanlara göre, Paris Anlaşmasının iklim değişikliği hedefleri, hava kirliliğini azaltma yoluyla 2050 yılına kadar yılda 1 milyondan fazla hayat kurtarmaya imkan sağlıyor. Bu hedefler aynı zamanda yaklaşık 54,1 trilyon dolarlık sağlık maliyetinin de ortadan kalkması demek. Sağlık ve iklim değişikliği arasındaki ilişkiye dair 40’ı aşkın göstergenin analiz edildiği Lancet Geri Sayım Raporu (Lancet Countdown) bu konuda bugüne kadar tespit edilen en korkutucu tabloyu ortaya koydu. Rapor, hiçbir ülkenin sağlık sisteminin iklim krizine hazır olmadığına işaret ediyor. Dünyayı hazırlıksız yakalayan aşırı sıcaklıklar, milyonlarca insanın geçim kaynaklarını tehdit etmesinin yanı sıra dünya çapında ölüm oranlarının hızla artmasına da neden oluyor. Rapordaki rakamlar, 2000-2018 arasında geçen 18 yılda aşırı sıcaklara bağlı olarak yaşamını yitiren yaşlı nüfusun yüzde 54 oranında arttığını ortaya çıkardı.
HER YIL 7 MİLYON KİŞİ ÖLÜYOR
Fosil yakıtların kullanımına ilişkin hava kirliliğinin yol açtığı hastalıklar sebebiyle her yıl 7 milyon kişi hayatını kaybediyor. Rapora göre, tüm bunların önüne geçilebilmesi için önümüzdeki 5 yıl içinde iklim değişikliğine neden olan etkileri azaltacak bir “yeşil ekonomi” planının uygulanması şart. Bu kapsamda, Covid-19 salgını sonrası toparlanma ve iklim değişikliğiyle mücadelenin eş zamanlı planlanması önem taşırken, iki krize de ortak yanıt verilmesi, halk sağlığının iyileştirilmesi, sürdürülebilir bir ekonomi oluşturulması ve çevrenin korunmasına imkan sağlıyor. Birleşmiş Milletler ise bu çalışmaları önümüzdeki 10 yıla yayarak, hükümetlerin bu 10 yıl içinde fosil yakıt üretimini yılda yüzde 6 oranında azaltması gerektiğini belirtiyor.
HALA YAŞIYOR OLACAKLARDI
Türkiye de hem sıcaklık artışının getirdiği kuraklık hem de hava kirliliği ile mücadele ediyor. Temiz Hava Hakkı Platformunun yayınladığı ‘Kara Rapor 2020: Hava Kirliliği ve Sağlık Etkileri’ adlı çarpıcı raporda, “Türkiye’de hava kirliliği Dünya Sağlık Örgütü kılavuz değerine indirilseydi; 2019 yılında yaşanan tüm ölümlerin yüzde 7,9’u (31 bin 476 ölüm) ve 2018 yılındaki tüm ölümlerin yüzde 12,13’ü (45 bin 398 ölüm) önlenebilirdi” tespiti ortaya konuluyor. Rapora göre, 2017 yılından beri her yıl hava kirliliği trafik kazalarının 6 katından fazla ölüme sebep oluyor. İstanbul, 2017 yılından beri hava kirliliğine bağlı ölüm sayısının en yüksek olduğu il. 2019 yılında hava kalitesi kötü olan ilk 10 il sıralamasına önceki yıllarda da olan Düzce, Manisa, Bursa, Kahramanmaraş’ın yanı sıra; Sinop, Erzurum, Amasya gibi yeni iller eklenmiş gözüküyor. Sürekli hava kirliliğine maruz kalmanın Covid-19 virüsü gibi pek çok enfeksiyona karşı kişileri savunmasız bıraktığı da bu raporda dikkat çekilen unsurlardan biri.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİYLE MÜCADELENİN YOLU, NÜKLEER ENERJİYE YÖNELMEK
Uluslararası Enerji Ajansına (IEA) göre, şu anda dünyadaki elektriğin yaklaşık yüzde 70'i fosil yakıtlardan karşılanıyor. 2050'ye kadar Paris Anlaşmasının “küresel sıcaklık artışını 2 derecenin çok altına düşürme” hedefini karşılamak için ise tüm elektriğin yaklaşık yüzde 80'inin düşük karbonlu olması gerekiyor. Bu da rüzgar, güneş, nükleer gibi düşük karbonlu enerji kaynaklarına yatırımın artması anlamına geliyor. Dünyanın her yerinden bilim adamları, iklim değişikliğiyle mücadelenin yolunun nükleer enerjiye yönelmek olduğu görüşünde birleşiyor. Bugün dünyanın elektrik ihtiyacının yüzde 10'undan fazlasını, tüm düşük karbonlu elektriğin de yaklaşık üçte birini nükleer karşılıyor. 32 ülkede faaliyet gösteren 443 nükleer güç reaktörü yaklaşık 393,3 gigawatt kurulu güç sağlıyor. Rusya Devlet Atom Enerjisi Kurumu Rosatom tarafından inşa edilen Akkuyu Nükleer Güç Santrali ile ilk nükleer santraline sahip olacak olan Türkiye’nin de aralarında yer aldığı 19 ülkede de 55,3 gigawatt ek kapasite sağlaması beklenen 52 reaktör inşa ediliyor.
“NÜKLEER ENERJİ, TEMİZ VE SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR ENERJİ KAYNAĞIDIR”
Seul Ulusal Üniversitesi Nükleer Termal-Hidrolik Mühendisliği Laboratuvarından Nükleer Enerji Yüksek Mühendisi Erol Biçer, havayı kirleten fosil yakıtlar yerine temiz enerji karması arasında yer alan nükleer enerji seçeneğinin yaygınlaştırılmasının önemini vurguladı. Biçer, “Son 20 yıldır rüzgar, güneş ve diğer yenilenebilir kaynaklardan elde edilen elektrik üretimi uluslararası çabalar ile artmasına rağmen fosil yakıtların payı istenilen seviyede azaltılamadı. Hatta Uluslararası Enerji Ajansına göre 2017 yılında fosil yakıt kullanımında artış görüldü. Nükleer santraller elektrik üretirken hiç sera gazı salmazken, bütün işletmesi boyunca elektrik kilovat başına rüzgar ile aynı ve güneşin de üçte biri kadar karbondioksit salınımı yapıyor. İklim değişikliği ile mücadelede genellikle nükleer enerjinin sadece düşük karbon salınımı yaptığı vurgulanır. Fakat nükleer hava kalitesini artırması, büyük alanlar işgal etmemesi ve göreceli olarak daha az atık üretmesinden dolayı bir bütün olarak temiz ve sürdürülebilir bir enerji kaynağıdır” diye konuştu.
“KARBON EMİSYONUNU AZALTIYOR”
Biçer, nükleer santrallerin havanın kalitesine etkisini ise şöyle aktardı: “Nükleer Enerji Enstitüsüne (NEI) göre Amerika Birleşik Devletleri, nükleer santraller sayesinde sadece 2019 yılında 476 milyon ton karbon salınımının önüne geçmiştir. Bu rakamı bir perspektife koymak gerekirse trafikten 100 milyon aracın çıkarılmasına denk gelmektedir. Ayrıca bu rakam yaklaşık olarak tüm Türkiye’nin bir yıllık (ton) karbon salınımına eşittir. Diğer temiz enerji üretim kaynakları ile karşılaştırıldığında nükleer santraller en az alan ile en fazla enerjiyi üretmektedirler. Daha iyi anlamak için şu örnek verilebilir; güneş panelleri ile karşılaştırıldığında 1000 MWe kapasiteli bir nükleer reaktör, 3 milyondan fazla güneş paneli ile aynı enerjiyi üretmektedir. Son olarak nükleer yakıtın enerji yoğunluğun muadillerine kıyasla çok yüksek olmasından dolayı ürettiği atık da bu bağlamda daha azdır. Güneş panelleri ve rüzgar türbinleri işletmeden çıktığında maliyet ve teknik nedenlerden ötürü genellikle geri dönüşüme girememektedir. Nükleer de ise nükleer sanayileri gelişmiş ülkeler, değerli izotoplar içeren kullanılmış yakıtların geri dönüşümü için yeni sistemler ve yeni nesil reaktörler geliştirilmektedirler. Nükleer santrallerin karbon emisyonunu azaltmasına yakın zamandan bir örnek vermek gerekirse Güney Kore’nin Birleşik Arap Emirliklerinde inşa ettiği Barakah Nükleer Santralinin birinci reaktörü 7 Aralık 2020’de full kapasite ile güç üretmeye başlamıştır. Toplamda 4 reaktör olarak tasarlanan santral tam kapasite çalıştığında 21 milyon ton karbon salınımı engelleyerek bütün Birleşik Arap Emirlikleri’nin yüzde 25’lik elektrik ihtiyacını karşılayacaktır. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) Raporuna göre Türkiye kuraklığa, arazi kaybına ve çölleşmeye karşı oldukça savunmasız bir konumda yer almaktadır. Türkiye’nin kendi bekası ve küresel refah için iklim değişikliği ile ilgili uluslararası çalışmalarda yer alması gerekmektedir. Bu bağlamda atılan adımlardan biri olan ve tam kapasite ile çalışmaya başladığında Akkuyu Nükleer Santrali, Türkiye’nin elektrik ihtiyacının yaklaşık yüzde 10’unu düşük karbon emisyonu ile karşılayacaktır. Akkuyu NGS böylelikle daha yoğun karbonu salınımı olan diğer kaynaklara dayalı üretimin yerini alarak, hem ülke genelinde hem de santralin bulunduğu Mersin ilinde çevrenin korunmasına ve hava kalitesinin iyileştirilmesine büyük katkı sağlayacaktır.”