Necdet TAŞ
Mersin Mimarlar, İnşaat ve Jeoloji Mühendisleri Odaları, 1-7 Mart Deprem Haftası nedeniyle basın toplantısı gerçekleştirdi. Mimarlar Odası’ndan gerçekleştirilen basın toplantısında Mersin Mimarlar, İnşaat ve Jeoloji Mühendisleri Odaları Adına açıklama yapan Jeoloji Mühendisleri Odası Mersin İl Temsilcisi Erkan Demir, “1-7 Mart “Deprem Haftası” kapsamında kamuoyunun dikkatini “ülkemiz deprem gerçekliği” üzerine çekmek ve daha önce defalarca vurguladığımız depremler, yapı denetim, kentsel dönüşüm ve imar barışı gibi konuları bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Yerküre üzerinde engellenmesi mümkün olmayan en büyük enerji boşalımı olan depremler; toplumsal yaşamın en önemli risk faktörlerinden biridir. Bu riskle karşı karşıya kalan ülkeler depremlerin afete dönüşmesinin önlenmesi veya zararlarının azaltılması amacıyla en üst düzeyde stratejik planlar ve afet yönetim sistemlerini hayata geçirmektedirler. Bir doğa olayı olan depremler, bilimden, akıl ve teknikten uzak uygulanan politikaların sonucunda birer afete dönüşmektedir” ifadelerini kullandı.
“50 YILDA 60 BİN İNSANIMIZI KAYBETTİK”
Dünyanın en etkin deprem kuşaklarının birinin üzerinde bulunan Türkiye’nin yüzde 92’sinin deprem bölgesi içerisinde ve nüfusunun yüzde 95’inin ve sanayi kuruluşlarının yüzde 75’i deprem tehlikesi altında olduğuna dikkat çeken Demir, “Ülkemizde son 50 yılda yıkıcı depremler sonucu, yaklaşık 60 bin insanımız hayatını kaybetmiş, 500 bin yapı yıkılmış veya ağır hasarlar oluşmuştur. 20 yıllık yakın tarihimizde yaşadığımız 17 Ağustos 1999 Marmara, Bolu-Düzce ve Van depremlerini unutmadık. Son aylarda Denizli, Manisa, Balıkesir, Elazığ, Malatya ve Van'da meydana gelen depremlerde, 50'yi aşkın vatandaşımız yaşamını yitirmiş, bin 700'ü aşkın vatandaşımız yaralanmıştır. Mal kayıpları açısından ağır hasar gören 20 bin konutun yıkılarak yaptırılması için 4 milyar TL civarında kaynak gerekirken, yaşanan depremler nedeniyle uğranılan zararın ise 6 milyar TL'yi geçeceği anlaşılmaktadır. Afetler nedeniyle her yıl ortalama GSMH`nın yüzde 1 ile yüzde 3`ü arasında ekonomik kayıp/afet zararıyla karşılaşmaktayız. Bu örnekler, yaşanan can ve mal kayıpları açısından en yıkıcı yüzüyle depremlerin, ülkemiz jeolojik gerçekliğini bir kez daha göstermiştir. Depremlerde, can ve mal kayıplarının çoğunun "Aktif Fay Zonları veya Hatları” üzerine doğrudan oturan yerleşim birimlerinde daha ağır bir şekilde yaşandığı görülmüştür. MTA Genel Müdürlüğü tarafından güncellenen Türkiye Diri Fay Haritasına göre büyüklüğü 5.5 ve üzeri deprem üretebilecek 486 diri fay veya fay segmenti olduğu ortaya konulmuş ve "Aksaray, Bolu, Sakarya, Yalova, Bursa, Balıkesir, Manisa, İzmir, Aydın, Denizli, Erzurum, Kahramanmaraş, Hatay, Hakkari, Muğla, Eskişehir, Kütahya, Bingöl” gibi 18 ilimizin merkez yerleşim birimleri ile 80'ini aşkın ilçe merkezinin ve 502 köyümüzün deprem üretme potansiyeli yüksek aktif fayların geçtiği hatlar üzerine doğrudan oturduğu görülmüştür. Elazığ ve Van depremleri göstermiştir ki, depreme kaynaklık eden Doğu Anadolu Fay Zonu üzerine oturan binaların depreme karşı koyarak ayakta kalması mümkün olmamış, can ve mal kayıpları ortaya çıkmıştır. Tarihsel süreçte kentimiz ve çevre illerde bu güne kadar binlerce can kaybına, ağır maddi kayıplara yol açan yıkıcı depreme kaynaklık etmiş olan Doğu Anadolu Fay Zonu (DAFZ), sessizliğini korumakta ve enerji biriktirmektedir. Üzerinde çok sayıda sismik boşluk bulunan DAFZ‘nun değişik kollarının yakın bir gelecekte de yeni yıkıcı depremlere kaynaklık etmesi kaçınılmazdır. Özellikle yeraltı su seviyesinin yüksek olduğu gevşek nitelikli Alüvyonal çökellerden oluşan taşıma gücü düşük zemin üzerinde yoğunlukla kıyı şeridine inşa ettiğimiz kentimiz olası depremleri daha şiddetli olarak hissedecektir” şeklinde konuştu.
“İMAR BARIŞI ADI ALTINDA KAÇAK YAPILARA GÖZ YUMULDU”
“İmar Barışı” adı altında sunulan, kaçak yapılaşma affı ile, denetimsiz, mühendislik hizmeti almamış yapıların yasal hale getirildiğini iddia eden Demir, “Bilime ve mühendislik hizmetlerinin gereklerine aykırı olacak yapılacak çalışmalar, depreme karşı güvenli yapılaşma sürecini aksatacak sonuçlar yaratacaktır. Gerek ülkemizde, gerekse dünyada deprem etkisi altında mevcut binaların hasar görebilirliği; kentleşme için yanlış yer seçiminin yapılması, bina taşıyıcı sistem yapısının yetersizliği veya düzensizliği, yapıda kullanılan malzeme ve işçiliğin niteliği ile yapının oturduğu zeminlerin jeoteknik özellikleri ile aktif fay hatları üzerine inşa edilmesi gibi dört temel nedenden kaynaklandığı bilinmektedir. Depremin verdiği zararların bazı nedenleri vardır; bunlar; Faylar, Yeraltı suları, Binaların oturacağı zeminler ve Binanın kalitesidir. Doğa olaylarının birer afete dönüşmesinin temel unsurunun insan ve politikaları olduğu bilinmektedir. Başta karar vericiler olmak üzere hepimize önemli görevler düşmektedir. Yapılan bilimsel ve teknik araştırmalar, yapıların; Zemin araştırmalarının amacına uygun yapılmaması ve yerinde denetlenmemesi, Bina taşıyıcı sistem yapısı ve geometrisinin günün standart ve normlarına göre hazırlanmaması, Yapı inşasında kullanılan malzeme ve işçiliğin günün standart, norm ve yasal düzenlemelerine göre yapılmaması ve kontrol edilmemesi, Zemin araştırmalarından başlayarak, yapıların etüt ve projeleri ile yapı üretim süreçlerinin fenni mesul yapı denetim kuruluşları ile ruhsat veren kurumlar yani belediye ve valilikler tarafından denetlenmemesi nedenlerinden ve mühendislik dışı yapılaşmadan dolayı depremlerde yıkıldığını göstermektedir” diye konuştu.
“MERSİN’DE HALA DEPREM MASTER PLANIMIZ YOKTUR”
Mersin’de hala Deprem Master Planı’nın olmadığını hatırlatan Demir, “Deprem Toplanma Alanlarımızdan parklarımız imar değişiklikleri ile yok edilmektedir. Hala doğal afet senaryoları üzerine yapılması gereken tatbikatlar gerçekleştirilmemiştir. Deprem yönetmeliklerimiz ne yazık ki, "beton lobisinin etkisiyle” bugüne kadar bu tür düzenlemelerin yapılmasına engel olmuş, bunun yerine "sorun fayda değil, sorun beton kalitesinde” denilerek, her yönetmelikte buna ilişkin düzenlemelerin yapılması ve gerekli tedbirlerin zamanında alınması engellenmiştir. Günümüzde 1/100 bin ölçekli planlardan indirgenerek oluşturulan ve 1/5000 ölçekte yapılaşma yoğunluklarının belirleneceği planlarda ve projelerde fay hattı irdelemesi yapılsa dahi şehirleşme ve yerleşime olanak sağlayan planlara büyükşehir belediyeleri ve valiliklerin fay üzerinde yapılaşmaya müsaade etmesi de depremin afete dönüşmesine yol açmakta ve depreme hazırlık sürecimizi olumsuz yönde etkilemektedir. Başarılı dünya örneklerinde olduğu gibi etkin ve bütünlüklü bir Yapı Denetim Sistemi, arsanın imar parseline dönüştüğü aşamadan başlamak üzere "etüt-projelendirme süreçleri ile etüt- projeye uygun yapı üretim” süreçlerinin etkin bir şekilde denetleyecek bir sistematiğin oluşturulması ile mümkün olabilmektedir. Ancak, ülkemizde halen bu bakış açısı gelişmemiş; Yapı Denetim Sistemi "bina inşasının denetimine" indirgenerek işletilmiş, "etüt- proje” kapsamında yapılan "jeolojik-jeoteknik araştırmalar" denetim süreçlerinin dışında bırakılmıştır. 15.12.2012 de Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun, afet zararlarını azaltmak yerine; Yık-yap anlayışı ile mühendis bakış açısından uzak bir şekilde kentsel rantın dağıtım aracı haline dönüştürülmüştür. Afet yönetim sistemi hala birbirinden habersiz olarak yasalaşmış İmar, Afet ve Yapı Üretimi ve Denetimi yasalarıyla yürütülmeye çalışılan bir ülke olmaktan hızla çıkıp birbirini tamamlayan ve bütünleyen Afet, İmar ve Yapı Üretimi ve Denetimi Mevzuatı oluşturulmalıdır” dedi.
“1999 ÖNCESİNE GÖRE KENTLERİMİZ DEPREMLERE KARŞI DAHA GÜVENLİ DEĞİLDİR”
“Yaşamın ve yaşamsal faaliyetlerimizin jeolojik çevremizde sürdürüldüğü dikkate alınarak, jeolojik çevremize farkındalık yaratılarak doğa olaylarının doğru algılanması için jeoloji bilimi ilköğretimden başlayarak eğitim programları kapsamına alınmalı, örgün ve yaygın eğitim sisteminin her aşamasına afet olgusu doğru bir şekilde entegre edilmelidir. Ülke gelişim ve yerleşim stratejilerinin belirlenmesinde, her ölçekte bölgesel, mekânsal ve çevre planlarının ve uygulama imar planlarının hazırlamasında jeolojik- jeoteknik verilere dayalı ülke afet gerçeği göz önüne alınmalıdır. Ayrıca kentlerde bulunan dere yataklarını, dolgu alanlarını yapılaşmaya açmamak, ekolojiyi bozmamak gerekmektedir” ifadelerini kullanan Demir, açıklamasını şöyle sürdürdü: “Merkezi ve yerel yönetimler için en temel konulardan biri olan “depremlere hazırlıklı olma ve zarar azaltma önlemlerini geliştirme” konusu “depremle mücadele programlarının olup olmadığı tartışılarak, sorgulanmalıdır. 2012 yılında gündeme getirilen "Kentsel Dönüşüm “ün ana gerekçesi sadece ve sadece afet riskleriydi ancak görünen o ki hala "yara sarma" politikalarımız devam etmekte, bir türlü çağdaş afet yönetimine geçiş sağlanamamaktadır. Ne yazık ki bugünlerde bilim insanlarının, mimarların, mühendislerin, plancıların yakın gelecekte afetler karşısında daha kırılgan hale gelineceği yönündeki uyarıları dikkate alınmayarak ülkenin afetle mücadele geleceği karartılıyor… Afet yönetimi; afetlerin önlenmesi ve zararların azaltılması amacıyla bir afet olayının zarar azaltma, önceden hazırlık, kurtarma ve ilk yardım, iyileştirme ve yeniden inşa safhalarında yapılması gereken çalışmaların yönlendirilmesi, koordine edilmesi ve uygulanabilmesi için toplumun tüm kurum ve kuruluşlarıyla kaynaklarının bu ortak amaç doğrultusunda yönetilmesini gerektiren çok geniş bir kavramdır. Bu yönetim biçimi; Afet öncesi faaliyetler, risk yönetimi, riski azaltma önlemleri ve Afet anı ve sonrası yapılan faaliyetler, kriz yönetimi, müdahale önlemleri gibi birlikte planlamayı gerektiren bir yönetimsel anlayışı gerektirmektedir. Bugün, 1999 öncesine göre kentlerimiz depremlere karşı daha güvenli değildir. Kaçak ve mühendislik hizmeti almayan yapılar üretilmiştir. Halen kentimizde ve ülkemizde yıkılmayı bekleyen ve güçlendirilmeyi bekleyen yapılar mevcuttur. Afet risklerini azaltmaya yönelik ulusal afet politikaları hala oluşturulmamıştır. Ülkemiz afet tehlike haritaları hazırlanmamıştır. Afet risklerini azaltmaya yönelik bütçe kalemleri, fonlar oluşturulmamıştır. Halkın afet bilinci ve afetlerle mücadele kültürünün geliştirilmesi için gerekli ve yeterli çaba gösterilmemiştir. Ülke olarak depremlerden en az zarar görmenin en önemli bileşeninin eğitim ve farkındalık çalışmaları olduğu gerçeğinden hareket edilerek, toplumun her kesimini içine alan eğitim uygulamaları ve tatbikatlar ile ülkemizde depremlere karşı bir farkındalık ve dirençlilik kültürü oluşturulmalı, Bu kapsamda ülkemizin deprem sorununa stratejik yaklaşım getiren ilk yol haritası niteliğindeki belgesi olan Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı ülke genelinde uygulanmalıdır.”
Öte yandan Mimarlar, İnşaat ve Jeoloji Mühendisleri Odaları, 4 Mart 2020 saat 14:00 de Yenişehir Belediyesi Nikah Salonunda “ Mersin Deprem Paneli”ni gerçekleştirecek.